Ana içeriğe atla

Huzursuzluk

 Huzursuzluk ne zaman son bulur? Yaşamak için neden fazladan motivasyon gereklidir? Toplumdan koptukça neden insan yabancılaşır ve anlaşılmaz olur ? Sürekli bir akışın içinde akla gelmeyen sorular ve anlaşılamayan şeyler, akışın dışına çıkıldığında neden farkedilmeye başlanır? Bir insanın diğer bir insanı anlaması için neden benzer yaşam şekillerinde yaşamaları gerekir ? Yaşamın bir kıymeti var mıdır? Hergün bir sürü insan ölüyor ve belki ondan daha fazla insan doğuyor. Eğer hepsinin yaşamı da özelse normallik arayışı içine girmemize ve düzen oluşturmamıza ne gerek var ? Eğer herkes özelse, herkesin doğada yalnız veya küçük bir grupla kendi yaratılışını içinden çıkarması gerekmez mi ? Yaş ilerledikçe kavramlar karışıyor. Sanki hepsinin içi daha bir doluyor. Bu kadar bilgi akışının olduğu bir ortamda sabit bir düşünceye sahip olabilmek çok zor. Bilginin bu kadar hızlı yayılabildiği bir ortamda sürekli bir şeyler değişiyor. Ve bu değişim stres yaratıyor. İnsan ırkımız geliştikçe yaşamak güçleşiyor. Sonradan katılanlar için iş daha da zorlaşıyor. Bol imkanı olan bir ailede doğan ile imkanı az olan bir ailede doğan çocuğun yaşadığı hayatın birbirine yaklaşması zorlaşıyor. Eşitsizlik uçurumu gün geçtikçe derinleşiyor ve genişliyor. İnsanlar tek bir yaşam değil, birden fazla yaşamı düşünmek zorunda kalıyor. Daha sonraki neslin en tepedekiyle arasındaki farkı kapatmak için kendi yaşamından ödünç vermesi gerekiyor. Ve burada halkalardan biri koptuğunda yani bir halkadaki kişi hayırsız çıktığında onca emek boşa mı gidiyor? Hayır. Başka birinin yaşamına aktarılıyor. Yani zenginlik kişiler arasında sürekli yer değiştiriyor. İnsanlar birbirlerinin parasını edinebilmek için ellerinden geldiği kadar çok uğraşıyorlar, planlar yapıyorlar. Bu yetişkin oyununda herkes ciddiye bürünmüş ve herkes çocukları küçümsüyor. Oysa kendileri daha büyük oyunlar oynadıkları için kendi oyunlarını farketmiyorlar. Küçük hesaplar dedikleri de bu büyük oyuna dahil olmayı beceremeyip daha küçük oyunlara başvuranlara diyorlar olsa gerek. Bu bitmeyen oyunda kimileri güzel ekipmanla başlarken kimi de en basit araçlarla oynamak durumunda kalıyorlar. Ve ortaya oyunculuk mu zenginlik mi diye tartışmalar ortaya çıkıyor. Kimisi güzell oyuncaklara sahip olanların oyunda çok büyük avantaja sahip olmakla kalmayıp, onların yenilmez olduklarını düşünürken , kimileri aslında o büyük eşyalara sahip olanların ellerindekileri iyi kullanmadıklarını ve bir gün onların başkalarına geçeceğini düşünüyorlar. Her ne kadar doğduğumuzda elimize verilen oyuncaklar önemli olsa da bazı insanların diğer insanlara göre elindeki oyuncakları daha iyi kullanabildikleri bir gerçek. Aslında benim düşüncem herkesin eşit olup , ellerindeki oyuncakların onlara uyup uymadıkları ile ilgili. Yani bazıları daha iyi oyuncaklarla ve bazıları da oyuncakları kullanabilme kabiliyetinin yüksekliğinden bahsetsede bence asıl olan kişinin şans eseri veya bilinçli olarak  kendine en uygun oyuncağı bulabilmesidir. Yani kabiliyet farkının kapandığı durumda ortaya uyum gücü ortaya çıkıyor. Oyuncağı ile en uyumlu yaşayabilen, onu en iyi kontrol edip ne şekilde neleri elde edebileceğini bilen öne çıkıyor. Ve bence bu çoğunlukla şans eseri oluyor. Kimileri onlara en iyi kullanabileceği oyuncağı hediye olarak alıyor. Kimileri tamamen bu amaçtan farklı bir eylemin içindeyken onu buluyor. Tamamen planlı bir şekilde bunu başarabilen biri olduğunu düşünmüyorum. En azından o oyuncağı bir kez denememişler dışında tabi ki. Çünkü bir insan kendisine en uygun oyuncağı onu kullanmadan anlayamaz. Bazen kullandığında da anlamaz ama o başka bir konu. Yani tahminler yapıp kendine bir hedef seçer ve onu elde ederse o oyuncağın ona uygun olma ihtimalini düşük buluyorum. Ki yaşadığım hayatta bunu kanıtlar nitelikte diye düşünüyourm. Farklı bir hayat yaşamayı düşünmedim değil fakat bilinçili olarak bunu düşünebilme yeteneğimin olduğunu sanmıyorum.  Sanki biraz saçma bir cümle oldu. Çünkü yazarken zincirlerimi kırmaya ve kendimi zorlamaya çalışıyorum. Ve bunu yaparken de bir plana uyarak, sırasıyla değil rastgele yapıyorum. Planların anlamsızlığına inanmaktan kolayı yoktur. Çünkü onlara inanmadığım zaman düşünmeme de  gerek kalmıyor. İşte bu yüzden rastgele bir hayat yaşamak durumu ortaya çıkıyor. Hayat elinin altından akıp giderken sürekli olarak her önüme çıkan şeyde tekrar tekrar düşünüyorum. Çünkü bir planım yok. İşte bu yüzden bu yaptığımı haklı çıkarıyorum. Tekrar tekrar düşünmek kimilerine her ne kadar çok uzun süren ve sıkıcı bir iş gibi gelse de bunun olması gereken olduğunu düşünüyorum. Çünkü insan hataları genelde düşünmediği zaman yapıyor. Aslında sürekli düşünce içerisinde olmak da insanı kimi zaman aptallaştırıyor ve dalgın hale getiriyor. Bunu kabul ediyorum. Ama dalgın insanlardan daha hoşa giden şey ne olabilir? Burada bahsettiğim dalgınlık tabiki sürekli olan değildir. Arada bir hata yapmak, sistemde bir boşluğu açığa çıkartır. Planlar yapılarak kurulan düzenlerin açıklarını bir bir göz önüne serer. İnsan hatası diye geçen düzen boşlukları insanların çok çabuk üstünü örtebilecekleri bir seçenektir.  İnsan hatası diyip geçmek veyahut hatayı yapan kişiyi tek suçlu durumuna koymak bazı şeylerin gözardı edilmesi demek anlamına geliyor. Herkesin kendi varlığını ortaya koyma isteği ve kendini haklı çıkarma çabası olunca boşlukları yine boşluklu şeylerle doldurma durumu ortaya çıkıyor. Yazmak çoğu zaman iyi geliyor. Çünkü yazarken kendi düşüncelerimdeki boşlukları da kimseyle konuşmadan ve rezil olmadan görebilmemi sağlıyor. Keşke yazıyı öğrendiğim günden itibaren her zaman bir şeyler yazsaymışım. Çocukken düşündüğüm ve yazacak bir şey bulamadığım günlüğüm kenara atılmış olmasaymış iyi olurmuş. Ama söyler misin nasıl olur da kenara atmazdım? Hergün aynı şeyleri yazıyordum. Sabah kalktım , elimi yüzümü yıkadım , dişlerimi fırçaladım, okula gittim ve akşam yattım. Yaşadıklarım sanki bana sonrasında hiçbir şey hissettirmiyor gibi. Ve duygularımı ifade etme konusunda da aşırı derecede zorluk çekiyorum. Onları yoksaymakla o kadar meşgulüm ki bazen insanlığımı unutuyorum. Duygularıma kulak vermek genelde bende durduramadığım veya pişmanlıkla son bulan davranışlar oluşturduğundan olsa gerek. Kim diyebilirdi ki? 2021de üniversite mezunu bir gencin kendini ifade edişinin bu kadar kısır olabileceğini. Kurduğu devrik cümlelerin sonunun olmayışını nasıl açıklarım? Bu devrik cümlelerin çıkış noktasını anımsar gibiyim. Bunu şairlere borçlu olduğmu düşünüyorum. Tabi hepsine borçlu değilimdir ama eminim bir kısmına borçluyumdur.

Yorumlar